11 Eylül 2008 Perşembe

ölmediysem - üç

pazar gününün en anlamsız televizyon programları resmi geçidi var. durmaktan başka bir şey yapamıyorum. durmaktan çok mutsuzum. beni kimse kaldırmaya gelsin istemiyorum.

içimden bir ses öyle söylüyor. içimdeki sesi ona söylüyorum. "keşke birisi bana da bi' şeyler söylesin"i söylüyor. içimdeki ses bir de diyor ki: "bugünlerde ölmezsen başka ölmezsin". ben de ona diyorum ki "üzgünüm, ama bugünlerde öleceğim!" eminim.

sonra o kutuyu buluyorum. hayatımızı kurtarma ihtimali olan sandıklar. fotoğraflar, mektuplar, defterler, aşklar, maşuklar. "neler bitiyor be" desinler diye o kâğıtlara bakıyorum. diyorlar, ama işe yaramıyor. neler bitiyorsa, neler de bitmiyor ona bakarsan!


bir "bi' şeyler yemem lazım" saati daha geliyor. bu sefer hakikaten o bi' şeyleri yiyemeyeceğim.

sonra işte, bana bi'şeyler yedirmek-içirmek için gelenler oluyor. hiç birisine itiraz edemiyorum. yiyorum, içiyorum ve "tamam işte, tam zamanı" sözlerine icabet ediyorum. gelecek hafta planları yapıyorlar, benim yerime. oh deme ihtimalimin olduğunu görüyorum, uzakta ama... belki de ölmeyeceğim. ne dersin kazancı?

yalan halbuki. kalbi bu hızda atan birisi nasıl olup da ölmez? bal gibi öleceğim. üstelik anti-biyotikliyim ve bu halde trafiğe çıksam anında enselenirim.


"o atarax'ı uykuya yakın alacaksın". "tamam, o zaman da alırım da, şimdi de bi' tane alsam, çünkü kalbimin atışı beni hiç iyi yapmıyor". "hayır". peki. hayır anasını satayım. ona da hayır. yalan atarax'ı alsam ne olacak, almasam ne?

nitekim, cin gibi oluyorum.

sağol be atarax.

Hiç yorum yok: